24 Ekim 2019 Perşembe

Kişisel Albüm Hikayeleri 3 - Chaos A.D.


Brezilya'dan çıkmış en güzel üç şey şunlardır: Kahve, Ronaldo Nazario ve Sepultura!

sepultura 1993 ile ilgili görsel sonucu

11. sınıftayken tanıştım sanırım Chaos A. D. albümüyle. Öncesinde her metalci gibi Territory'nin klibini izlemişliğim vardı tabi You Tube'da falan ama albümün tamamını indirip dinlemem 2011'in sonbaharına rastlar.

Albüm Max Cavalera'nın oğlu Zyon'un kalp atışlarıyla başlar. Zyon annesi ise ileride Cavalera ailesinin gruptan kopmasına neden olacak kadın olan Gloria'dır.

sepultura chaos ad album ile ilgili görsel sonucu

Bu konunun detaylarına girmenin gereği yok. Bu magazin değil bir müzik yazısı. O sebeple albüme geri dönersek; albümde biri cover olmak kaydıyla (The Hunt - New Model Army) 12 şarkı bulunur. 1993 yılında yayınlanmıştır.  Grubun 5. stüdyo albümüdür ve bana göre isimlerini ve müziklerini bir daha unutulmamak üzere metal müzik dünyasına derin bir şekilde kazıdıkları da bir albümdür.

Uzak bir kıtadan, metal denince akla dahi gelmeyen bir ülkeden bir çığlık gibi bir katliam gibi yükselmişlerdir.

cavalera conspiracy live ile ilgili görsel sonucu

Belli inişler (Amen şarkısı mesela) olsa da albüm baştan aşağı safî bir öfkenin etrafında döner. Daha doğrusu öfkeyi yanına alır her şarkıda başka bir noktaya kanalize eder.

Çok sözü edilmese de bu albüm metal müzik tarihinin en politik albümlerinden biridir. Bunu anlamak için şarkı isimlerine bakmak dahi yeterlidir; Refuse / Resist (Diren / Reddet), Territory (Toprak), Slave New World (Yeni Dünya Köleliği), Propaganda, Nomad (Göç), We Who Are Not As Others (Biz diğerli gibi değiliz!), Clenched Fist (Sıkılı Yumruk) vs.

Ancak bu politiklik çok derinlemesine yapılmıyor olsa da sloganvari bir şekilde dile getirilmediği için rahatsız etmez. Derinlemesine yapılmıyor olmasının sebebi de girişte bahsettiğimiz farklı bir kıta farklı bir ülkeden geliyor olmanın getirdiği, daha ciddi konulardan bahsetme, daha ağırbaşlı, ciddiye alınmak isteyen bir tutum sergileme isteğine bağlanabilir. Kısacası bir konulara Dave Mustaine hakimliğinde bir bakış yoktur. Yine de genel olarak lirikal açıdan içkiden, partilerden, konserlerden, nasıl eğlendiklerini anlatıp duran diğer thrash metal gruplarına nazaran kıymetli bir noktada duruyorlar o ayrı.

Ä°lgili resim

Albümün müzikal açıdan olmasa da ruh olarak en sert şarkısına gelirsek ki bu şarkının adı Kaiowas'tır. Adını Brezilya'da, yağmur ormanlarında yaşayan bir kabileden almıştır. Bahse konu olan kabile hükümet zoruyla çıkartılmak istendikleri topraklardan çıkmayı reddetmişler, sağ kalamayacaklarını anlayınca da büyük bir pasif direniş örneği göstererek topluca intihar etmişlerdir.

https://www.youtube.com/watch?v=VuurjCJCcbE

Şarkıya müzikal olarak bakarsak akustik gitar ön plandadır. Akustik gitara Brezilya'nın yerel çalgıları eşlik edilmiştir ve yavaş yavaş yükselen ama bir türlü patlamayan o gergin temposuyla, pasif direniş ruhu çok iyi bir şekilde dinleyiciye hissettirilmiştir.

Şarkı sözü yoktur. Bu söz ve kelam anlamındaki sessizlik de çok önemlidir.

Sona ve albümün kişisel hayatımdaki yerine gelirsek; dediğim gibi 2011 yılında dinledim ilk kez ve o ilk dinlediğim günden sonra başladı o bitmeyen Sepultura hayranlığım. Ne zaman bir şeye sinirlensem, ne zaman bir şey canımı sıksa aklıma gelen ilk şey oluyordu Chaos A. D. albümünü dinlemek. İlk gençliğini yaşayan bir insan için bu çok kıymetli bir şeydir. O nedensiz öfkelenmelerini bir albümle, bir kitapla özdeşleştirmek, o zamanları bunlarla geçiştirmek insana kendini ve yaşadığı hayatı önemli ve özel hissetmesine neden olur.

Ä°lgili resim

Dinleme sıklığım azalsa da 11. sınıftaki kendimi düşündüğüm zaman aklıma gelen ilk şeylerden biri hâlâ bu albüm ve okuldan çıkıp Maltepe'ye doğru yürümeye başlamadan önce kulaklıkları takıp Refuse / Resist şarkısını açmam oluyor.

O sebeple bir kez daha yüksek sesle
"Sepultura from Brasil
Everbody
War for Territory!!!"  

20 Nisan 2019 Cumartesi

Dünyanın en iyi punk grubu: Bad Religion.



Bad Religion pek dinlememeye çalışırım. Telefonda, You Tube'da, Spotify'da veya başka mecralarda karşıma çıkarlarsa hemen geçiştirir, görmezden gelmeye çalışırım. Çünkü bilirim ki bir şarkısını açma gafletinde bulunursam, bir haftaya yakın bir süre başka bir şey dinleyemem. Öyle bir gruptur bu. Punk'tır ama melodiktir, entelektüeldir, temizdir, üyeleri yaşını başını almış insanlardır, sahneye yakalı tişörtlerle çıkarlar, taşkınlık yapmazlar.

Her şeyden önemlisi, grubun kurucusu, solisti, kısacası her şeyi, Greg Graffin, çok iyi bir müzisyen, çok özel bir vokal olmanın yanında "Evrim Biyolojisi ve Paleontoloji" dalında doktorası olan bir profesördür!

Sadece bu son bilgi dahi bu grubu dinlerken kendinizi özel hissetmenize yetecektir.


*(Greg Graffin)

İlk kez 11. sınıfta dinlemiştim. O zamanlar rock ve metali geçip punk denizinde de yavaş yavaş açılmaya başlamış, Misfits, Exploited, Ramones, Sex Pistols, Anti-Nowhere League gibi büyük grupları dinlemiş ancak istediğim şeye bir türlü ulaşamamıştım.


Sonra nasıl karşıma çıktı hatırlamıyorum ama American Jesus şarkısıyla kesişti yollarım.

Müthiş bir intro, bu intronun sonunda müthiş bir ses. Kalın desen değil, tok desen değil, tuhaf bir tonu olan insanı hüzünle, öfke arasında bırakan titrek bir renk.

İnsanı anında yakalayıp diline dolanan bir nakarat.

Kapılmıştım.



Şarkıyı keşfettiğim günün ertesinde iki sorumluluk sınavım vardı. Evden çıkıp sınava giderken, ikinci sınavı okulun boş bahçesinde bir bankta tek başıma beklerken, dönüşte Maltepe'nin ara sokaklarında dolaşırken sürekli dinlemiştim. Sonra da eve dönüp grubun albümlerini indirmeye başlamıştım.

Punk'a dair bildiğim ne varsa hepsini bir tarafa, Bad Religion'ı da onların hepsinin tam karşısına koymuştum.


Şarkı sözlerine gelirsek, klasik punk gruplarının bilgi sahibi olmadan beylik laflarla yaptığı muhalefetin aksine ayakları yere basan, Amerika'nın iç ve dış politikasını çok daha derinlemesine sorgulayan, doğa sorunlarına, ırkçılığa, popüler kültüre, medyaya, modern dünyaya ve aklınıza gelebilecek her tür entelektüel konuya parmak basan bir grup çıkıyor karşımıza. (Tamamen de haksızlık etmeyeyim belki biraz da "Dead Kennedys" böyle br gruptur ama o kadar.)

Yazının en başında bahsetmiştim. Bu sabah uzun bir ardan sonra dayanamayıp Spotify'a isimlerini yazdım ve kendimi Walk Away dinlerken buldum. Sabahtan beri de başka bir şey dinleyemiyorum.

En sonunda yazacaksın bari bu durumu fırsata çevir deyip bir şeyler karalamaya karar verdim.

Mayıs ayının başında yeni albümleri çıkıyor.

Bu albüm 17. stüdyo albümleri!

*(Age of Unreason)


Yukarıda isimleri geçen veya geçmeyen çoğu punk grubunun artık sadece hatıralarıyla var olduğu, aktif olan bazılarınınsa üye kayıplarından, alınan yaşlardan dolayı ortaya bir şey koyamadığı bir ortamda, tabanca gibi punk yaparak 17. stüdyo albümünü çıkarmak bir müzik devrimidir.

Ve bu devrim Greg Graffin yaşadığı sürece sürecek gibi.

Punk's not dead!

6 Mart 2019 Çarşamba

10 Years Challenge : Gazap Üzümleri!

  Bu yazıyı büyük puntolarla yazacağım. Ferhan Şensoy'un bir kitabını bitirdim dün 17'de. Oradaki yazılarından birinde bahsediyordu. Ben hep büyük punto kullanıyorum. Sinir oluyorum küçük puntolu yazılara diye. Hatta satın aldığı iki ciltlik Don Kişot'un sırf bu yüzden büyük puntolu korsanını yaptırtmış kendine. Neyse.


the grapes of wrath ile ilgili görsel sonucu

     Normalde bu yazı tam 10 yıl önce diye başlamalıydı. Sonra da tam da bu günlerde diye devam etmeliydi.

     Yıl 2009.

  Okuldaydım. Ön sıralardaydı yerim. İkinci ders falandı, lakin ne ders dinleyebiliyor, ne de kolllarıma gömdüğüm kafamı kaldırabiliyordum yerinden. Bu sebeple o dersin bitişinde müdür yardımcısının odasına gidip velimin çağrılmasını, duramayacağımı söyledim.

Sonra da eve gelip televizyonun karşısındaki hasta çekyatıma uzandım. Televizyondaki kadın programları, La Liga maç özetleri, Yemekteyiz falan sarmayınca onu da kapayıp, geçen günlerde harçlığımın benim için önemli bir bölümünü verip aldığım ve başlayıp 10 sayfa falan okumaya çalıştığım o kitabı aldım elime. Bir iki hafta falan eliden düşmedi kitap. Yavaş yavaş okudum. Daha önce böylesine kalın romanlar okumaya çalışmadığım için hızlı okursam anlamayacağımı, ardımda kalan sayfaları hemen unutacağımı düşünüyordum.

john steinbeck the grapes of wrath movie ile ilgili görsel sonucu


Önce o bitmeyen tasvirler. Geniş Amerika topraklarının, otoyolların, şehirlerin, portakal bahçelerinin, kırık dökük arabaların, yorgun hayvanların tasvirleri.

Sonra bir aile vardı. Bir kamyonet vardı. İki eyalet vardı. Oklahoma. Kaliforniya.

Bu kamyonet içindeki bir dolu insanla bu iki eyalet arasında yolculuk ediyordu.

Tom Joad vardı. Ailenin reisi gibi bir şey. Lakin kamyonet yalnız değildi. Amerika'da Büyük Bunalım zamanlarında çok kamyonet vardı böyle içinde geniş aileler barındıran. Kaplumbağa yarışı gibi. Tüm bu aileler günübirlik iş kovalayıp para kazanmaya, hayat idame ettirmeye çalışıyorlardı.

Hamileler yollarda, çadırlarda doğuruyordu çocuklarını. Adamlar boş oturmaktan kafayı yememek için çukurlar kazıyor sonra o çukurları doldurup başka çukurlar kazıyorlardı.

Ailelerin büyük anneleri bakkalardan kahve için kibarca şeker dileniyorlardı. Genç kadınlar çocukları yerine açlıktan ölmek üzere olan adamları emziriyorlardı.

Bir kilometra daha gidilirse hayallere biraz daha yaklaşılacağı, hayallere biraz daha yaklaşılırsa her şeyin biraz daha kolaylaşacağı düşünülüyordu.

Tom Joad kaçmak zorunda kalıyordu. Yüzüne bir dipçik darbesi alıp kanlar içinde kalıyordu. Şapkası kayboluyor, bir daha da kendisinden haber alınamıyordu.

Ä°lgili resim

Ben iyileşince kitapçıya gidip harçlığımın kalan kısmıyla Yukarı Mahalle'yi alıyordum.

Romanı bitirdiğim sıralar çok da farkında değildim olanların. Zaten insan içinde bulunduğu anın ne ifade ettiğini üzerinden biraz zaman geçince anlayabiliyor. Bende de öyle olmuştu.

Okuduğum gerçek anlamda ilk büyük romancının Steinbeck olduğunu hemen o zaman anlamıştım ama okuduğum ilk büyük romanın Gazap Üzümleri olduğunu yıllar sonra anlamıştım.

Edebiyat okumamın, edebiyatçı olmamın, elimin biraz kalem tutup biraz bir şeyler karalayabilmemin sebebinin de Gazap Üzümleri olduğunu yıllar sonra anlamıştım.

john steinbeck ile ilgili görsel sonucu

Bir kaç gün önce de karmaşık hislerle bu kitaba başlamamın üzerinden tam 10 geçtiğini anladım.

Benim 10 Years Challenge'ım budur.

     İlk kahramanım da belki Tom Joad'dır!

22 Şubat 2019 Cuma

"İKİ YORGUN BAHAR"

Genç Sanat Dergisi tarafından ne yayınlanması ne de paylaşılması doğru düzgün becerilememiş olan hikayem.

Düzgün hali bir tek bende var o sebeple tabii ki burada da olması gerekiyor.

En azından bir mecrada adam gibi yazarının kim olduğu bilinerek okunsun.



21 Aralık 2018 Cuma

2018'in en sevdiğim 10 Rap şarkısı.

hayki ol ile ilgili görsel sonucu
10 - Hayki - Ol
Özgünlük nedir? Özgünlük nasıl yakalanır?  Türkçe Rap aleminde tek başına bu maceranın öznesidir Hayki. Bu şarkı da onun meyvesi!

joker parola ile ilgili görsel sonucu
9 - Joker - Parola
Patron göndere çektiği kara bayrağa gerçek anlamda gelen tek taarruz!

khontkar kime ne ile ilgili görsel sonucu
8 - Khontkar - Kime Ne
-Geride bıraktığımız yıl içinde saldırıya uğradı, bıçaklandı, hapise girip çıktı! Sanırım en hareketli yılı o geçirdi. Özellikle hapise girdiği zaman Ezhel'e verilen desteğin ona verilmemesinin pişmanlığı bu camiada çok uzun bir zaman sonra dank edecek!

7 - Ben Fero - Kimlerdensin
Kim yadırgamadı ki! Ama dediği gibi üç kez dinledik ve ezberledik. Bu gergin piyasaya çok renkli bir giriş yaptı. Anlamsız olduğu söylenen şarkı sözlerinin arkasında sakin bir mizah anlayışı var. Bence daha çok eğleneceğiz!

6 - Patron - Kaybedecek Ne Kaldı
Türkçe Rap'te yıllardır göndere çekilmeyi bekleyen kara bayrak bu yılın eylül ayında göklerde süzüldü!

5 - Saian - Kırmızı Çiçeklinin Öyküsü
Bu başka bir şey! Şöyle açıklasam daha iyi. Bir edebiyat dergisinin şiir yıllığını hazırlıyor olsam, hiç düşünmeden. o yıllığa ekleyeceğim ilk şiir bu olurdu!

4 - Katliam2
Ilık mayıs akşamları formasyon derslerinden dönerken en büyük zevkim bu şarkıyı dinlemekti! bu yılın en önemli rap olayı olabilir!

3 - İstanbul Trip - Sıfır Sıkıntı
Çok geç ısındım. Bu şarkıya da, bu adamlara da.. Ama her şeye rağmen çok iyi şarkı!

2 - Kayra - Hayırsız Evlat
Nasıl bir şarkı olduğu önemli değil. Kayra şarkı çıkardıysa en üstte o olur!

1 - 90bpm - Simsiyah
Bu grup şu anda Türkiye'de, tarz farketmeksizin, aktif grupların en iyisi! Bu şarkıdaki tek eksik Kayra'nın verse'ünün bulunmaması. Lakin ne yazık ki albüm 2019'a kaldı!


Bu yıl çıkan bir dünya rap şarkısından en beğendiklerim bunlardır.
Kim derdi benim gibi eski tüfek, old school metal müzik dinleyicisi gün gelecek böyle bir liste hazırlayacak?
Hayatın getireceklerine açık olun!

15 Eylül 2018 Cumartesi

Kişisel Albüm Hikâyeleri 2 - Benimle Oynar Mısın



        Bazı albümleri çok sevdiğimiz, defalarca dinlediğimiz, hayatımızın bir dönemine damga vurduğu için önemseriz.

Bazı albümleri de hiç umulmadık zamanlarda karşımıza çıktığı için önemseriz.

En azından benim için öyle.

Bülent Ortaçgil hiçbir zaman ne öyle çok sevdiğim bir müzisyen ne de çok sevdiğim bir söz yazarı olmadı.

Fikirlerim hâlâ daha da değişmedi. Müzisyenliğini hadi ben anlamıyorum diyelim ama söz yazarı olarak -işimin edebiyat olduğu da düşünülürse- gereğinden fazla büyütülmüş bir isimdir. Bu kadar lafı edilmeyen ama kendisinden daha iyi olan çok söz yazarımız var.

İşte tam da anlatmak istediğim bu aslında. Çok fazla sevmediğim, hakkında böyle hafif ukalaca değerlendirmelerde bulunduğum bir ismin albümü de önemli olabiliyor bazen.

2017 yılının baharında Hürriyet çok geniş bir jüriye "Türkiye'nin en iyi 100 albümü" diye bir seçki yaptırdı.

İçinde Yaşar ve Pentagram'dan her hangi bir albümün bulunmaması dışında gayet makul bir seçkiydi.

Benimle Oynar Mısın albümü de bu koca seçkide 2. sıradaydı. Bu sebeple ben de albümü telefonuma yüklemiştim.

Ama ne yükledikten hemen sonraki günler ne de koca bir yaz boyunca açıp albümden bir şarkı bile dinlememiştim.

Sonra havaların yeni yeni soğumaya başladığı bir sonbahar günü, sebebini bilmediğim bir sebeple okuldan sinirli çıktığım bir sabah biraz kendime gelmek için telefonumdan müzik listeme girdiğimde ilk bu albüm çarptı gözüme.

Açıp ilk şarkıya tıkladım ve Kızıltoprak'a doğru yürümeye başladım.

İlk şarkının adı Günaydın'dı. Bu bile yetti. Diğer şarkıların adına bakmadım.

Yoğurtçu Parkı'nın yanından geçip Bahariye'ye çıkan yokuşlardan birini tırmanmaya başladığımda albüm bitmek üzereydi. Ne sinir kalmıştı ne bir şey. Helva gibi olmuştum. O rahatlıkla biraz dolaşıp formasyon dersleri için okula geri dönmüştüm.

Başta dediğim gibi bazı albümler hiç ummadığımız zamanlarda karşımıza çıktığı için severiz diye. Bu albüm de hiç ummadığım bir zamanda karşıma çıkmıştı işte. Bugünlerde anladım bunu.

Halbuki o ilk dinlediğim günden sonra albüm bir daha doğru düzgün aklıma bile gelmemişti. Okula döner dönmez unutmuştum belki de.

Peki niye bir kaç gündür yine hiç ummadığım bir anda sürekli bu albümden bir şeyler dinlemek istiyorum.

Onu da bilmiyorum.

Sonbahardan belki de..

        "Bugün yağmur bir kadın saçıdır/ Yeryüzüne dökülen/ Upuzun ince ince/ Karanlık kokulu"

6 Eylül 2018 Perşembe

Kişisel Albüm Hikâyeleri 1 - Selam Dünyalı

Yıllar önce -net tarihi gerçekten hatırlamıyorum- You Tube'da Fuat Ergin'in üç genç arkadaşıyla Disko Kralı'nda yaptığı bir performansla karşılaşıyorum.

Masanın etrafında, bir sürü 'ünlü' ismin anlamsız bakışları arasında bu dört adam akıl almaz bir performans sergiliyorlar.

Ortak bir beat ve Fuat'ın eski bir şarkısının nakaratı üzerine bu adamlar kendi şarkılarından bir bölüm okuyorlar.

En son bu yazıda bahse konu olacak albümün sahibi olan deri ceketli, kirli sakallı, kısa boylu ve bu dördü arasında tanımadığım tek kişi olan adam geçiyor ortaya ve ilk cümlesini kuruyor.

"Başımı taşa vurmaktan şaştı feleğim.
Söyle bileyim kim şeytan kim meleğim."

Başta sadece bu iki cümle kaldı aklımda. Sonra videoyu kapadım.

Sonra aradan uzun bir zaman geçti. Takvimler 2014 yılının Eylül ayını gösterdi. Üniversiteyi kazanmışım. Kayıt bile olmuşum. Yaz sıcağı kırılmış. Bir akşam tekrar aklıma düşüyor bu performans. You Tube'u açıp izliyorum. Sonra yukarıdaki iki cümleyi aratıp albüme de adını veren şarkıya ulaşıyorum.

"Selam Dünyalı"

Albümü indirip telefonuma atıyorum.

Bir albümün iyi olup olmadığını gerçekten anlamak istiyorsam genelde kulaklıkları takıp o albümü açar ve yürüyüşe çıkarım. Öyle yapıyorum. Dragos'tan sahile inip Maltepe'ye kadar albümü dinleyerek yürüyorum.

Sonra konu yıllar sonra bu yazıyı yazmaya kadar geliyor işte. 

Önce kapağı dikkatimi çekmişti albümün. Kimler yok ki, Alf, Pink Floyd, Marily Monroe, McDonalds'ın palyaçocu vs.

Sonra beatler.. Rap müziğin bu teknik kısmı hakkında şu an bile pek bir şey bilmediğim için düşündüğüm tek şey bu albümdeki beatlerin dinlediğim diğer rap şarkılarından çok daha güzel ve farklı olduğuydu.

Sonra sözler. Bizdeki rap şarkılarının genelinde belirsiz bir düşmana karşı gösterilen bedava bir sinir vardır. Şarkının sözleri de o bizim bilmediğimiz düşman veya düşmanlara duyulan öfke üzerine olur.

Bu albümde karşıma bir hikaye anlatıcısı çıkıyordu. Ortada ne sinir vardı ne de öfke.

Aksine ciddi bir genel kültür, buna bağlı olarak geniş bir kelime haznesi ve isminin hakkını veren bir şiirsellik vardı.

O sonbahar sürekli bu albümü dinledim. Minibüsle eve dönerken, günün ilk dersini beklerken, kampüste yürürken, bir haftasonu maça kadar zaman geçsin diye odada beklerken, arife günü kendime yeni bir hırka almaya giderken..

Hâlâ daha o üniversite hayatıma başladığım ilk günler düşününce kafamın içinde "Meçhule Doğru" çalmaya başlıyor.

Şimdi üniversite bitti. Başka bir sonbaharın başlangıcındayız. Arka planda bu sefer "90bpm" çalıyor ve bu albüm çıkalı neredeyse 10 yıl olmuş.

Ve birileri hikaye anlatmaya devam ediyor.

Nasıl olduğu hiç önemli değil.

"Da Poet Boe Hanson, Da Poet Pink Floyd!"