15 Eylül 2018 Cumartesi

Kişisel Albüm Hikâyeleri 2 - Benimle Oynar Mısın



        Bazı albümleri çok sevdiğimiz, defalarca dinlediğimiz, hayatımızın bir dönemine damga vurduğu için önemseriz.

Bazı albümleri de hiç umulmadık zamanlarda karşımıza çıktığı için önemseriz.

En azından benim için öyle.

Bülent Ortaçgil hiçbir zaman ne öyle çok sevdiğim bir müzisyen ne de çok sevdiğim bir söz yazarı olmadı.

Fikirlerim hâlâ daha da değişmedi. Müzisyenliğini hadi ben anlamıyorum diyelim ama söz yazarı olarak -işimin edebiyat olduğu da düşünülürse- gereğinden fazla büyütülmüş bir isimdir. Bu kadar lafı edilmeyen ama kendisinden daha iyi olan çok söz yazarımız var.

İşte tam da anlatmak istediğim bu aslında. Çok fazla sevmediğim, hakkında böyle hafif ukalaca değerlendirmelerde bulunduğum bir ismin albümü de önemli olabiliyor bazen.

2017 yılının baharında Hürriyet çok geniş bir jüriye "Türkiye'nin en iyi 100 albümü" diye bir seçki yaptırdı.

İçinde Yaşar ve Pentagram'dan her hangi bir albümün bulunmaması dışında gayet makul bir seçkiydi.

Benimle Oynar Mısın albümü de bu koca seçkide 2. sıradaydı. Bu sebeple ben de albümü telefonuma yüklemiştim.

Ama ne yükledikten hemen sonraki günler ne de koca bir yaz boyunca açıp albümden bir şarkı bile dinlememiştim.

Sonra havaların yeni yeni soğumaya başladığı bir sonbahar günü, sebebini bilmediğim bir sebeple okuldan sinirli çıktığım bir sabah biraz kendime gelmek için telefonumdan müzik listeme girdiğimde ilk bu albüm çarptı gözüme.

Açıp ilk şarkıya tıkladım ve Kızıltoprak'a doğru yürümeye başladım.

İlk şarkının adı Günaydın'dı. Bu bile yetti. Diğer şarkıların adına bakmadım.

Yoğurtçu Parkı'nın yanından geçip Bahariye'ye çıkan yokuşlardan birini tırmanmaya başladığımda albüm bitmek üzereydi. Ne sinir kalmıştı ne bir şey. Helva gibi olmuştum. O rahatlıkla biraz dolaşıp formasyon dersleri için okula geri dönmüştüm.

Başta dediğim gibi bazı albümler hiç ummadığımız zamanlarda karşımıza çıktığı için severiz diye. Bu albüm de hiç ummadığım bir zamanda karşıma çıkmıştı işte. Bugünlerde anladım bunu.

Halbuki o ilk dinlediğim günden sonra albüm bir daha doğru düzgün aklıma bile gelmemişti. Okula döner dönmez unutmuştum belki de.

Peki niye bir kaç gündür yine hiç ummadığım bir anda sürekli bu albümden bir şeyler dinlemek istiyorum.

Onu da bilmiyorum.

Sonbahardan belki de..

        "Bugün yağmur bir kadın saçıdır/ Yeryüzüne dökülen/ Upuzun ince ince/ Karanlık kokulu"

6 Eylül 2018 Perşembe

Kişisel Albüm Hikâyeleri 1 - Selam Dünyalı

Yıllar önce -net tarihi gerçekten hatırlamıyorum- You Tube'da Fuat Ergin'in üç genç arkadaşıyla Disko Kralı'nda yaptığı bir performansla karşılaşıyorum.

Masanın etrafında, bir sürü 'ünlü' ismin anlamsız bakışları arasında bu dört adam akıl almaz bir performans sergiliyorlar.

Ortak bir beat ve Fuat'ın eski bir şarkısının nakaratı üzerine bu adamlar kendi şarkılarından bir bölüm okuyorlar.

En son bu yazıda bahse konu olacak albümün sahibi olan deri ceketli, kirli sakallı, kısa boylu ve bu dördü arasında tanımadığım tek kişi olan adam geçiyor ortaya ve ilk cümlesini kuruyor.

"Başımı taşa vurmaktan şaştı feleğim.
Söyle bileyim kim şeytan kim meleğim."

Başta sadece bu iki cümle kaldı aklımda. Sonra videoyu kapadım.

Sonra aradan uzun bir zaman geçti. Takvimler 2014 yılının Eylül ayını gösterdi. Üniversiteyi kazanmışım. Kayıt bile olmuşum. Yaz sıcağı kırılmış. Bir akşam tekrar aklıma düşüyor bu performans. You Tube'u açıp izliyorum. Sonra yukarıdaki iki cümleyi aratıp albüme de adını veren şarkıya ulaşıyorum.

"Selam Dünyalı"

Albümü indirip telefonuma atıyorum.

Bir albümün iyi olup olmadığını gerçekten anlamak istiyorsam genelde kulaklıkları takıp o albümü açar ve yürüyüşe çıkarım. Öyle yapıyorum. Dragos'tan sahile inip Maltepe'ye kadar albümü dinleyerek yürüyorum.

Sonra konu yıllar sonra bu yazıyı yazmaya kadar geliyor işte. 

Önce kapağı dikkatimi çekmişti albümün. Kimler yok ki, Alf, Pink Floyd, Marily Monroe, McDonalds'ın palyaçocu vs.

Sonra beatler.. Rap müziğin bu teknik kısmı hakkında şu an bile pek bir şey bilmediğim için düşündüğüm tek şey bu albümdeki beatlerin dinlediğim diğer rap şarkılarından çok daha güzel ve farklı olduğuydu.

Sonra sözler. Bizdeki rap şarkılarının genelinde belirsiz bir düşmana karşı gösterilen bedava bir sinir vardır. Şarkının sözleri de o bizim bilmediğimiz düşman veya düşmanlara duyulan öfke üzerine olur.

Bu albümde karşıma bir hikaye anlatıcısı çıkıyordu. Ortada ne sinir vardı ne de öfke.

Aksine ciddi bir genel kültür, buna bağlı olarak geniş bir kelime haznesi ve isminin hakkını veren bir şiirsellik vardı.

O sonbahar sürekli bu albümü dinledim. Minibüsle eve dönerken, günün ilk dersini beklerken, kampüste yürürken, bir haftasonu maça kadar zaman geçsin diye odada beklerken, arife günü kendime yeni bir hırka almaya giderken..

Hâlâ daha o üniversite hayatıma başladığım ilk günler düşününce kafamın içinde "Meçhule Doğru" çalmaya başlıyor.

Şimdi üniversite bitti. Başka bir sonbaharın başlangıcındayız. Arka planda bu sefer "90bpm" çalıyor ve bu albüm çıkalı neredeyse 10 yıl olmuş.

Ve birileri hikaye anlatmaya devam ediyor.

Nasıl olduğu hiç önemli değil.

"Da Poet Boe Hanson, Da Poet Pink Floyd!"